Cumartesi ve pazar günü kitap fuarına gittim. Fuarda büyük bir kalabalık vardı. Tek başıma gittim, zaman zaman da yardım aldım. Yazarlarla fotoğraf çektirdim. İmzalatabileceğim bana uygun kitaplar bulamadım; bu yüzden yalnızca fotoğraf çektirmekle yetindim. Doğan Cüceloğlu ve bazı yazarların konferanslarına katıldım. Zaten kitap fuarlarında yapabildiğim en iyi şey konferansları dinlemek oluyor. E-kitap ya da sesli kitap satışı olmadığı için kitaplara dokunmakla yetindik.
Doğan Hoca’nın konferansını dinlerken kafamda bazı şeyler yeniden yerine oturdu. Normal olmayan, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu fark ettim. Hocam konuştukça, bu durumu biraz daha sorgulama fırsatım oldu. Hocam diyordu ki: “İnsanlar davranışlarıyla sen var mısın, yok musun?”
Bu cümleyi düşünün. Merkezi ve yerel idareler, komşularımız, iş arkadaşlarımız ve diğer insanlar… Sizlerle olan ilişkilerinde ve sundukları hizmetlerde size hangi mesajı veriyorlar? “Sen bu ekibin parçası mısın, değil misin?” Her engelli ve ailesi oturup bunu düşünmeli. Toplum sizi bir ekip üyesi olarak ne kadar görüyor?
Şöyle bir durum var: Biz tek başımıza oy kullanamıyoruz. Yolda yürürken bile iznimiz olmadan kolumuzdan tutup yönlendirenler var. Bu kişiler kendi kafalarına göre “şuraya git, buraya git” diyebiliyorlar. Bugün kargocuların dükkânlarının önünden geçiyordum. Her zaman olduğu gibi, el arabalarıyla yolu kapatmışlar. Sivri yerleri her yanıma batıyordu. Böyle bir durumda siz kendinizi nasıl hissedersiniz? Değerli olduğunuzu düşünebilir misiniz? Bugün ayağım bir taşa takıldı ve neredeyse düşüyordum. Taşı incelemeye başladım. Yanımdan geçen bir kadın “Bir şey yok” demez mi? Ona “Size bir şey sorduğumu hatırlamıyorum” dedim. Meğer taş, binaya klima takanlar tarafından bırakılmış.
Yine bir markete girmek istedim, ancak bisiklet tamircileri bisikletleri gelişigüzel sıralamışlardı. Onlara bir şeyler anlatmaya çalıştım. Sürekli birilerine açıklama yapmak ve bir şeyleri anlatmak zorunda kalıyorsanız, kendinizi nasıl hissedersiniz? Karşıdan karşıya geçmeye çalışırken yaya geçidinin önüne araç park edilmişti. Önce aracın çekilmesini bekledim, sonra karşıya geçtim. Araç sahibinin teklifi neydi dersiniz? “Gel, seni karşıya geçireyim.”
Ona “Aracı çekeceksiniz, ben de öyle geçeceğim” dedim.
Başka bir yerde sarı çizgide yürüyordum. Bir adam el arabasını tam çizginin ortasına koymuştu. Kendisine “Lütfen buraya koymayın” dedim. O ise “Sarı çizgide değil” diye yanıt verdi. Ben de “Sarı çizgiden yürürken koluma çarptı” dedim. Adam el arabasını biraz ileri itmekle yetindi.
Kaldırım işgalleriyle uğraşırken bir gerçeği fark ettim: Bu kişiler “Biz işgaliye ödüyoruz, istediğimiz kadar yayılabiliriz. Buna karşı çıkanlar bizim ekmeğimizin düşmanıdır” mantığıyla hareket ediyorlar. Bu zihniyet değişmeden somut sonuçlar almak oldukça zor. Şimdi düşünün: Bebek arabası kullanan biri, yaşlı, hamile veya engelli bir birey olarak yaya olsanız, kendinizi nasıl hissedersiniz? Değerli olduğunuzu düşünebilir misiniz?
Doğan Hoca’yı dinlerken toplumun bize bakışını bir kez daha sorguladım. Konferans sonrası hocayla fotoğraf çektirirken kendisine şunu söyledim:
“Hocam, lütfen farklı olanlara karşı tutum ve davranışlarımızı gözden geçirmemiz gerektiğiyle ilgili yazılar yazın. Farklı olanları tanımaya ve anlamaya çalışalım.”
Bu önerim hocanın hoşuna gitti, hatta oradakilere alkışlattı.
Salih Arıkan
Tel: 0506 514 96 93
Not: Makale koleksiyonum, 2018, 2019, 2020 ve günümüzde yazdığım çalışmalarımı içermektedir. Bu nedenle, eski makalelerimi okurken güncel gelişmelerle tam olarak örtüşmeyen noktalar olabilir. Bu durumun sizi şaşırtmamasını temenni ederim.
© Salih Arıkan Tüm Hakları Saklıdır. Yazılım ve Tasarım Mek Tasarım